Genel Başkanımızın Türkiye-İsrail Anlaşması Değerlendirmesi

TÜRKİYE-İSRAİL YAKINLAŞMASI VE MUTABAKAT METNİ

22 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara’da  9 masum gönüllünün İsrail güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinden sonra ikili ilişkiler zemininde ortaya çıkan kriz, ikili ilişkilerin seyrini derinden etkilemiştir.

İsrail ile Türkiye arasındaki özellikle Filistin konusuna ilişkin fikir ayrılıkları ilişkilerin seyrini derinden etkileyen en önemli unsur olmuştur. Her iki tarafın da ikili temaslarla ilişkileri yeniden eski düzeyine kavuşturmak için yaptıkları çalışmalar nihayet 28.6.2016 tarihinde imzalanan “Mutabakat Metni” ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır.

Her iki tarafın da üzerinde uzlaşı sağladığı “Mutabakat Metni” ne baktığımızda bu mutabakatın Türkiye açısından olumlu bir sonucunun olmayacağı, aksine Türkiye’yi İsrail politikalarına daha çok bağlayıcı etkilerinin olacağı ortaya çıkmaktadır.

Türkiye bu mutabakat ile İsrail’in bölgedeki yalıtılmışlığına son veren, güvenlik alanındaki, askeri ve ekonomik alandaki hamlelerinin daha geniş bir alana yayılmasını sağlayan adımların atılmasının önünü açmış oldu.

Türkiye, mutabakat öncesi İsrail’e iyi niyet jesti olarak önemli bir adım atmış, İsrail’in NATO’nun Brüksel Karargâhı’nda ofis açması hususunda veto hakkını kullanmamıştır. Türkiye’nin bu desteğiyle İsrail’in, NATO adına Kuzey Afrika güvenliğini sağlayacak adımları atabilmesinin önündeki engeller ortadan kalkmıştır.

Böylece İsrail, NATO adına “terörle mücadele” adı altında Mısır, Libya, Tunus, Fas gibi Müslüman ülkelerin askeri konularda denetimini yakından kontrol altına alabilecek ve bu ülkelere olası silah sevkiyatını da Akdeniz’de denetleme imkânına sahip olacaktır. Bu yolla, Müslüman ülkelerin İsrail tarafindan daha kolay bir şekilde denetiminin sağlanması söz konusu olacaktır.

İsrail, Türkiye’nin Gazze’ye yönelik denizden uygulanan ambargonun kaldırılması önerisini ise, Hamas’a deniz üzerinden silah sevkiyatı yapılıyor gerekçesiyle reddetmiş olup, bu yaklaşımla ablukanın devam etmesi hususunda İsrail’in hiçbir şekilde geri adım atmadığı ortaya çıkmıştır. İsrail mercileri, Türkiye’nin yapmak istediği gıda ve yiyecek yardımlarının sadece “Aştod Limanı’na getirilmesi ve kendi onaylarından sonra kontrollü olarak Gazze’ye iletilmesi”  kararını yinelemiştir. Böylelikle İsrail’in bu konuda hiçbir şekilde geri adım atmadığı ve Gazze’ye yönelik ablukanın aynen eskisi gibi devam edeceği ortaya çıkmıştır. Hatirlanacaği üzere Mavi Marmara Gazze’ye varmadan önce de, İsrail yetkilileri telsiz anonslarıyla geminin Aştod Limanı’na yönlendirilmesini ve yardımların bu yolla Gazze’ye ulaştırılmasını önermişlerdir. Yapılan bu mutabakattan sonra da yardım malzemesinin Aştod Limanı’na sevk edilecek olması, bir başka ifadeyle, hali hazırdaki Gazze ambargosunun Türkiye tarafından resmen tescil edildiği anlamına gelmektedir.

İsrail ile Türkiye arasında askeri ve istihbari işbirliğinin hızlandırılacağı bilgisinden hareketle, bu konudaki ilk somut adım da Türkiye tarafından atılmış olduğu, bununla ilgili olarak İzzettin El Kassam Tugaylarının kurucusu Salih Halit Halife el Aruri ve Hamas askeri kanadının tüm kıdemli üyelerinin sınırdışı edilmesinin sağlanmış olduğu iddiaları mevcuttur.

İsrail ile yapılan mutabakata rağmen Gazze ambargosu konusunda hiçbir somut adım atılmazken, sadece İsrail’in menfaatlerine uygun hareket edilmesi ve bu konuda birçok somut adımın atılması dikkat çekmektedir.

İsrail Türkiye’yi yanına alarak İran’a karşı olası bir blok oluşturma fikrini dolaylı yollardan seslendirmeye devam ederken, bu gibi bir yaklaşımın Müslümanlar arasındaki ayrışmaları tetiklemesi ve ortaya konulmaya çalışılan mezhep ve etnik köken konularındaki kutuplaşmaları daha da keskinleştireceğinden büyük kaygı duyulmaktadır.

Batı ve İsrail’in yıllardan beri uygulamakta oldukları “böl ve yönet” fikriyatı gereği, İsrail ve Türkiye’nin dahil olduğu yeni bir bloklaşmanın ortaya çıkması, Türkiye’yi İslam Alemi’nden uzaklaştıracak, İslam Birliği ve D-8 Projesi’ni derinden ve olumsuz yönde etkileyecek hamleler olacaktır.

Bu mutabakat metni, Türkiye ve İslam Alemi açısından hayırlı bir sonuc doğurma ihtimalinden yoksun, sadece Türkiye’yi İsrail’in bölgedeki hedeflerine ulaşmasında yardımcı konumuna getiren bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Turkiye’yi İsrail’in Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaşmasında köprü vazifesi göreceği bir noktaya getirmektedir.
Ayrıca milli davamız Kıbrıs konusunun da bu gelişmelere bağlı olarak bölgesel düzlemden, küresel düzleme dönüştürülmesi ve Türkiye açısından telafisi mümkün olmayacak gelişmelere kurban edilmesi söz konusu olabilecektir.

Türkiye, İsrail ile işbirliğini geliştirirken, yeniden başa dönmesi ve tüm alternatif yöntemleri göz ardı etmesi, yeni riskler ve yeni kırılmalara mahal verecek politikaları beraberinde getirecektir.

Rus savaş uçağının düşürülmesi, Kuzey Suriye’de Türkiye’nin güvenliğine yönelik PYD ve YPG’nin faaliyetlerinin büyük ölçüde ABD tarafından desteklenmesi, Güneydoğu’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’de kitlesel terörün büyük metropollere taşınması, Türk-Rus ilişkilerinde yaşanan kriz, sınır komşularımızın çoğu ile yaşanan sorunlar, AB, AP ve Almanya ile yaşanan krizler ve böyle bir ortamda ortaya çıkan boşluğu Türkiye’nin D-8 ülkeleriyle ikame etmesi yerine,  İsrail politikalarına mahkûm ve zorunlu bir hale getirilmesi ABD ve siyonist politikalarının gereğidir.

Türkiye, bölgede bir yandan yalnızlaştırılırken, diğer yandan bu duruma bir sözde çözüm olarak İsrail politikalarına mahkûm edilmeye çalışılmıştır.

İsrail, söz konusu “Mutabakat Metni” ile “Gazze Ambargosu” dâhil ulusal güvenliğine ve çıkarlarına halel getirebilecek hiçbir tavize yanaşmamış olup, bölgede yayılmacı bir aktör olarak söz sahibi olmak konusunda önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Türkiye, sadece tazminat konusunda mesafe alabilmiş olup, bu tazminat karşılığında ise, Hamas’ın faaliyetlerinin sınırlandırılması, NATO nezdinde veto hakkının kulanılmaması, Türkiye üzerinden İsrail doğalgazının sevkiyatı dâhil, birçok husus İsrail lehine gelişme göstermiştir.

Bu nedenle söz konusu mutabakatın pek de hayırlı sonuçlarının olmayacağını ve bir başarı olarak gösterilmesinin uygun bir yaklaşım olmadığını ifade etmek isteriz.

Ülke olarak sıkıntılarımızdan kurtulmanın yolu İsrail’ le yakınlaşmak, AB’nden ve G-20’den medet ummak degil, 1000 senelik tarihimizden ders çıkararak D-8 Projesi’ne gereken ehemmiyeti vermek ve en kısa süre içerisinde Turkiye’nin öncülüğünde D-60 projesini hayata geçirmektir.

Dr. Fatih ERBAKAN

Erbakan Vakfı Genel Başkanı

PAYLAŞ